Gece saatleriydi.
Kendi işinin emekçisi ve bir işçisi olarak eve dönüyordum.
Belki evini geçindirmek için belki de okuttuğu bir öğrencisi olduğu için tahammül ediyordu bu çileye kar demeden, kış demeden bütün ömrü boyunca.
Baharın yazla bütünleştiği bir tarihte gecenin serinliğinde servis bekleyen işçileri gördüm.
Saat 00:05’ti her yüz metrede bir işçi vardı. Aynı güzergahta oturdukları için fabrikanın servisi sırayla onları topluyordu.
Evlerinin önünden başlayan yolculuk organize sanayideki fabrikalarında son buluyor, gecenin karanlığında, gürültülü makinelerin başında üretmeye çalışıyorlardı.
O gün günlerden 1 Mayıs’tı ama onların bayramı değildi. Çünkü onlar ne sendikalıydı ne de patronundan bir gün izin isteyecek hakkı vardı.
1 Mayıs; işçinin ve emekçinin bayramı…
Gecenin yarısında işine başlayan işçiden, inşaata tuğla çeken ameleden, kafede restoranda servis yapan garsona kadar, aklınıza gelen işçilerin bayramı mı 1 Mayıs? Hayır. 1 Mayıs işçinin ve emekçinin bayramı değil, memurun bayramı.
1 gün tatil yapamayan işçinin bayramı mı 1 Mayıs? Hayır. Resmi tatilden yararlanan herkesin bayramı.
Aslında 1 Mayıs, resmi tatil günü insanların meydana aktığı günde işine devam eden patronun bayramı. Ne de olsa 1 Mayıs’ta da çalışan bir işçisi var.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü ise bu günde alın teri dökerek, rızkını taştan çıkaran mermer işçisinden, yaşadığımız şehirlerin asıl mimarı olan inşaat usta ve işçilerine kadar her emekçinin yaşadığı sorunları kulak vermemiz, onların sesine ses olmamız gereken bir gündür.
Günü kutlama mesajlarıyla geçiştirdiğimiz bir günün yeterli anlamı ve sonucu yoktur.
İşin özü Benjamin Franklin’nin dediği gibi “İşine hakim ol, işinin sana hakim olmasına izin verme.” diyor,
Eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve ezilmenin olmadığı, emeğin sömürülmediği, aydınlık, eşit ve güzel bir dünyayı göreceğimiz günlerin geleceği umuduyla, tüm emekçi kardeşlerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü kutlarım.